Reklam vermek bir oluşumun 40 düşünüp 1 söylediği iletişim aracıdır. Öyle ki insanda, iki göz, iki kulak, iki burun deliği varken tek bir ağız vardır. Yani tek bir ses çıkarmazsak söylediklerimiz de anlaşılmayabilir.
Her marka aslında bir insan modeli gibidir. Lansman öncesi tüm hazırlıklar büyük bir konsantrasyon ve stres içerisinde hazırlansa da büyük gün gelip çattığında ses çıkarması gerekecektir.
Şu günler Türkiye’de ekonomik kanalların geliştiği, yeni dünya düzeninin kendi rotasını aradığı bir zaman. Haliyle bir çok kişi de iş yapma heyecanıyla hemen kurumsal kimliklerini ve kartvizitlerinden başlayarak marka olma serüvenine başlamaktadırlar. Ya da yıllar boyunca KOBİ olarak binbir zorluk ve kriz atladıktan sonra sermaye haddine doyarak yeni atılımlar yapmak için reklam verip marka olmaya çalışıyorlar.
Acelecilik kanımızda var!
Bir çok çalışmanın içinde veya dışında gözlemci olarak gördüğüm şuydu ki, Türkiye’de reklam yapıyorsanız acil kelimesine de alışmalısınız. Hatta çalıştığım bir ajansta zarfların üzerinde DURUM yazan yerin iki noktasının karşısında hep : ACİL kelimesini okumaktan gına geldiğini hatırlıyorum. Hatta bir defasında ajans toplantısında; bari bazılarına APACİL yazalım da durum daha bir trajikomik hal alsın diye de esprisini yapmıştık. Aslında bir o kadar aceleciydik ancak bir o kadar da az markamız vardı.
Acil marka olmamız lazım!
(Hızlı büyüyen kavak ağacındansa, istikrarlı büyüyen meşe ağacını tercih ederim)
Ne yazık ki reklamhanelerin ACİL servisleri yok. Hemen bir iğne yaparak tüm vücudu uyuşturabilelim. Yani marka hastalandığında veya rehabiliteye ihtiyacı varken gelindiğinde reklam ajansları da hemen kolları sıvayarak, nerede nasıl bir acil eylem planı gerekir toplantılarına başlarlar ki bu da belli bir süreci kapsamaktadır. En acısı da bir üreticinin: “Yahu biz fasoncu olduk çıktık. %72 fason üretiyoruz ve markamızın adını unuttuk neredeyse. Lütfen bu konuda hazırlıklar yapar mısınız? Reklam ve markalaşmaya çok ihtiyacımız var” konuşması sadece bir örnek.
Uzun yıllar sağır ve dilsiz olan bir insanın konuşmaya başlamasıdır acil reklam veya marka ihtiyacı!
Halit Kıvanç küçük yaşlarında kekemedir ve uzun süre ailesinin yardımıyla birlikte konuşması tamamen akıcı hale geldiğinde hiç susmaz. Hatta o kadar konuşur ki TV’lerde sunuculuk, maç spikerliği, sahne sunuculuğu, 23 Nisan etkinlik sunuculuğu enerjisina az gelir. Sanırım konuşmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu anlamak bu olsa gerek. Konumuzla uzaktan da olsa alakası olan bu örneği şuna benzetiyorum. Uzun süre susan bir insanın birden bire kalkarak ACİİİLLL diye bağırıp sağa sola koşup: “Acil birini bulup konuşmam gerekiyor” demesi gibi bir şey sanki. Hatta bir çok arkadaşımda gözlemlediğim çok az konuşma eylemini daha sonra gürültülü bir şekilde ortaya çıkardıklarını.
İletişim sadece insandan insana olmuyor!
Reklam vermeden siz reklama, reklam verdikten sonra da reklam size sahip olur. Yani ne söylediyseniz, insanların algı sistemini hemen etkileyecektir. Ali Ağaoğlu’nun 1453 projesinde yanlış konumlandırılması ve Türk insanının gözüne gözüne atın nallarını sokarak hiç bir şeyi beğenmeyen kibirli bir inşaat padişahı gibi sunulması hem malına, hem imajına büyük zararlar doğurmadı mı?
Şimdi konuşuyorum, acaba sen beni anlıyor musun?
Reklam da konuşmak gibidir demiştik. Ancak, şunu da unutmamak gerekir. Her konuştuğunuz farklı konunun bir tutarlılığı ve anlam bütünlemesi olması gerekiyor. Yani siz bir gün ak, diğer gün kara derseniz, doğru algılanmanız da gündüz gece gibi olacaktır. Ya da tüm verdiğiniz reklamların illaki ana markanızı hatırlatan üretim kalitesi ve güvenirliğe sonsuz hizmet etmesi gerekir. Ne olursa olsun yolundan vazgeçmeyen inatçı ve başarmış insanların hikayeleri de sanki buna benzer. Einstein 11 yıl boyunca mc2 için sisli dumanlı formüllerde kaybolmadı mı. Farklı yollar denese de hedefi hep aynıydı.
Bir de üslûbum olsaydı belki de daha iyi anlardın beni!
Ahh, hayat bazen şiir ister anlatmak için, bazen güzel bir hikaye, bazen de sadece teknik bir açıklama ya da komik kahkahalı bir fıkra, ahh şöyle bir durumda da bazen duygusal bir gözyaşı. Reklam da öyledir işte. Kısadır ve o kısa zamanda size duygu ve hayal etme imkanı sunar. Bir sinema filminin son finaline gitmek için beklediğiniz 90 veya 120 dakika, bir reklamda en fazla 15-30 saniye kadar sürecektir. Ya da şunu söylesem belki işimizin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlatmış olabiliriz. İnsan beynini etkilemek ve çekmek için 5 saniye zamanınız var. Gerisini ben çok düşündüm :) size tavsiye etmem. Üslûbumuz böyle.
Sonuç olarak reklam içinizde ne varsa dışarı aktarıp da ohh be rahatladım demenizdir de!
Aslında yerinde ve zamanında konuşup susmanın bir çok faydası var. Bunu mevlana çok güzel anlatıyor: “Ağızdan çıkan söz bil ki, yaydan fırlayan ok gibidir. O ok gittiği yerden geri dönmez. Seli baştan bağlamak gerek.”
Haliyle yaydan fırlatacağınız şeye inanıyorsanız, hedefi de tam onikiden vuracaksınız demektir. Yani kendi mottonuzu ve amaçlarınızı insanlara anlatarak ve hikayelerinizin dilden dile anlatılmasını sağlayarak, gelecekte yer almış olacaksınız. Nasıl ki, güzel bir sinema filmi geçmişe şahitlik edecekse, güzel bir reklam da zamanın ne demek istediğini bizlere konuşacaktır.